Kitaplarım

Bir okuyucu ölmeden önce bin hayat yaşar. Hiç okumayan bir insan ise sadece bir hayat yaşar.

1984 yılının 15 Ağustos’unda bir grup silahlı PKK’lı (KİP) Şemdinli ve Eruh ilçelerine baskın yaptı. Gündüz gözüyle kaymakamlığa, ilçe jandarma karakoluna yapılan bu baskın kamuoyunda “şaşkınlık, öfke ve hayret” duygularıyla karşılandı. Olaydan sonra resmi çevreler  “şekavet”in kısa zamanda cezalandırılacağını, cüretkar faillerin bunu ödeyeceklerini açıkladılar.

Henüz eylemin boyutları, ne tür sosyal, siyasi desteklere sahip olduğu, hedefi bilinmiyordu; ancak ilk şokun ardından ülkedeki genel hava yeniden normalleşti. Çünkü “maceracı” niteliği besbelli olan bu olay, üç-beş çapulcunun kısa zamanda yakalanıp adalete sevkedilmesiyle son bulacaktı.


Bugünden geçmişe baktığımızda, olayların ilk defa çıkmaya başladığı dönemde yapılan değerlendirmelerin olup-biteni anlamaktan ne kadar uzak olduklarını kavrıyoruz. Bu tesbit elbette yeterli sayılamaz; amaç sadece geçmişi eleştirmek değil, bu eleştiriden geleceğin kurulması adına sonuçlar çıkartmak olduğunda “nedenleri” anlamak gerekiyor. 


1984’de PKK eyleminin niteliğini teşhiste ortaya çıkan yanılgının temelinde iki unsur vardı: Birincisi, seçimler yapılmış olmasına rağmen 12 Eylül sürecinin zihinlere kazıdığı “etkin, egemen ve otoriter devlet” imajı güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyordu. 


Olağan zamanların cüretkar eylemcileri bu olağanüstü dönemde elbette mesleklerini ifaya cesaret edemeyeceklerdi. Çünkü onların kuralsız eylemlerine karşı kurallı bir kudretin müşfik tepkisi değil, göze göz anlayışıyla davranacak bir otoritenin sert reaksiyonu beklenmeliydi. Kim böyle bir “cezalandırma”ya muhatap olmak isteyebilirdi? 


Kudretin fizik gücü kadar, “suçlulara cesaret verecek nitelikteki hukuki bariyerler”i de esnetebileceğine dair yaygın imajının, iktidarın merkezinde bulunanlar nezdinde bir muktedirlik sendromu yaratmış olması muhtemeldir.


İkincisi ise, iktidarı ellerinde tutanların “yeni durum”u anlamakta muhafazakar temayülle davranmaları ve içinde yaşadıkları şartların neredeyse değişmezliği üzerine analiz yapmalarıdır. Böylelikle geleceğe yönelik senaryo, temel dengelerin aynı kalacağı umuduna dayalı bir “iyimserlikte” ortaya çıkar. 


Tarihe ilişkin analojiler elbette birerbir benzerlik taşımaz, ama fikir verir. Fransız ihtilalinden bir gün önce 16. Lui’nin “asayişin berkemal olduğu zannı”yla av peşinde koşması, Rusya’da 1917 Ekim’ine yaklaşılırken, Kerenski’nin bir Bolşevik ihtilalini hiçbir alternatif senaryonun içinde görmemesi “politik kontrastların kavranmasına izin vermeyen” bu tür bir muhafazakarlığın uç örnekleridir. 
Elbette 1984’de meydana gelen baskın bir “devrim” başlangıcı değildi. PKK girişimi ciddi bir toplumsal/politik karşıtlığa oturmuyordu. Ancak yıllar içinde sorunun gitgide ağırlaşması, dehşet verici sonuçlarına rağmen “Türkiye normali”nin sınırları içine girmesi şunu gösterir: 1984’de ortaya konan görüş, beyan ve değerlendirmeler nüfuz edici bir analizden, dolayısıyla sonuç doğurucu bir etkiden yoksun ve benzeri bir muhafazakarlıkla malüldür. 


Bu kısa giriş değerlendirmesi, iktidar elitlerinin, tarihteki bir çok örneğinde de görülebileceği gibi bazen “yeni bir durum”u anlamakta, kitsch’leşen ifadesiyle “sorunu teşhiste ve tedavisinde” yetersiz kalabileceklerine dikkat çekiyor. 


İster istemez bu yargının arkasından hemen şu geliyor: “Acaba bugünün Türkiyesindeki iktidar elitleri için de aynı türden bir yetersizlik sözkonusu olabilir mi?” Ancak yine hemen belirtmeliyiz ki, bu yargının anahtar kavramları “gerçek, gerçekçi tesbit, gerçekçi çözüm”dür. Hangi sebepler, dinamikler, fikirler, inançlar söz konusu olursa olsun, eğer bir toplumda, iktidar, sivil örgütler, sorunun tarafları arasında “gerçeğin” ne olduğu üzerine uzlaşmaz değerlendirmeler varsa, bizatihi “gerçek” kavramının kendisi düşler, fantazyalar ve temennilerle sakatlanır. Ayrıca tarih, hiçbir devirde hiçbir toplum için, toplumu oluşturan hiçbir güç, kesim, sınıf, birlik için “tek bir gerçek” bulunduğuna şahitlik etmiyor. Tıpkı 16. Lui ve saray erkanının gördüğü Paris’le 3. Meclis taraftarlarının gördüğü Paris’in derin bir farklılık taşıması gibi.